24 Aralık 2010 Cuma

Avukat (Mark Gimenez)

Hiç hasta olmamış, olamayan, bağışıklık sistemi bilinen tüm hastalıkları yenen Hasta X. Sekiz yaşındaki lösemili oğlunun tedavisi için çırpınan bir baba.Hastalıktan, ölümden kâr sağlayan büyük firmaların tetikçileri.Olayların ortasında 'müvekkil gizliliği' ilkesince hareket eden bir avukatın mücadelesi.Andy Prescott, Austin'deki en rahatına düşkün genç avukattır. Trafik cezalarına bakmaktadır ve ofisi, yıkık dökük bir dövme dükkânının üst katındaki küçük bir odadır. Dağ bisikletiyle gezmek ve arkadaşlarıyla vakit geçirmek en sevdiği işlerdir. Andy hırslı bir avukat değildir, hayatı hafife alan biridir. Bu durum Teksas'ın en zengin adamının ofisine gelmesine kadar sürer. Milyarder Russell Reeves onu avukatı olarak işe alır. Andy basit hukuki işler karşılığında o zamana kadarki tüm kazancından daha fazlasını alır ve hayatı değişmeye başlar. Ama hiçbir şey karşılıksız değildir. Russell hayatındaki tek emeli sekiz yaşındaki lösemili oğlu Zach'ı hayata döndürmeye çalışmak olan çaresiz bir adamdır. Bu uğurda her şeyi yapmaya hazırdır, ucunda avukatının hayatını tehlikeye atmak dahi olsa.

Ergenlikten henüz çıkmış gibi davranan bir avukat ile ortasına düştüğü acayip olaylar açıkçası beni kendine çekmeyi başardı. Bolca zekice göndermenin olduğu ve nefes aldırmayan bir kurguya sahip olması en büyük artıları. Fakat naif konusu kimi okuyuculara hafif gelebilir. Vakit geçirmek için çekirdek gibi bişi bu kitap.

Eren

İmkansız Aşklar Evi (Audrey Niffenegger)

Julia ve Valentina Poole, üniversitede okumak, iş bulmak ya da sıcak evlerinden dışarı çıkmak istemeyen, 'ayna' ikizleri olmaları dışında sıradan Amerikan gençleridir. Fakat her şey, var olduğundan bile haberdar olmadıkları teyzelerinin öldüğü ve onlara Londra'da Highgate Mezarlığı'na bakan bir apartman dairesi bıraktığı haberlerini veren bir mektup almalarıyla değişir. En sonunda kendi yaşamlarına başlayacaklarına inanırlar... ama üst katlarında yaşayan aşırı takıntılı Martin yetmezmiş gibi, alt katında sevdiği kadına tutkuyla bağlı Robert ve kız kardeşiyle arasının bozulmasını bir türlü atlatamayan -bir şekilde ne bu dünyayı ne de evini terk etmemiş gibi görünen- teyzelerinin karmaşık yaşamlarının tam ortasına düşerler.

Niyeyse karşı tarafa gidemeyen aşırı hırslı bir hayaletin aşk öyküsü gibi. Londra'nın Highgate Mezarlığı'nı arka planına alan hikayede ikiz olmanın ne korkunç bir şey olduğunu görüyoruz. Yer yer saçmalasa da başarılı bir anlatıma sahip olan kitabın yan karakterleri ise oldukça eğlenceliydi. Bayılmadım ama idare eder diyebiliriz.

Eren

Muhteşem Yaratıklar (Kami Garcia, Margareth Stohl)

Lena Duchannes, bir Güney kasabası olan Gatlin'de yaşamakta olan kimseye benzemiyordu. Bir yandan güçlerini gizlemeye çalışıyor, bir yandan da ailesini nesillerden beri eline geçirmiş olan bir lanetle savaşıyordu. Devasa çalılılar, bataklıklar ve Güney'in unutulmuş mezarlıkları gerçeği sonsuza kadar saklamayı başaramayacaktı.
Ethan Wate Gatlin'den kurtulacağı günü iple çekiyordu. Rüyalarında gördüğü o hiç tanımadığı kıza âşık oldu. Lena kasabanın en eski ve en ürkütücü evine taşınınca, Ethan tarif edilemez bir şekilde ona doğru çekildiğini hissetti. Aralarındaki bağı anlamaya kararlıydı.
Hiçbir sürprizin yaşanmadığı Gatlin'de bir sır bile her şeyi değiştirebilirdi.

Olağanüstü bir kapağı olan bir kitap. Alacakaranlık furyasından nasiplenen ama sırtını vampirlere dayamayan bu paranormal serinin en büyük farklılığı olanların bir erkek gözünden anlatılması. İki yazar tarafından bir parça yavaş anlatan hikayedeki entellektüel dokunuşlar ise heyecanlandıracak cinsten. Türe yeni bir soluk getiren serinin ilk kitabı yüksek bir puan almayı başardı benden.

Eren

Kara Prens (Christine Feehan)

O gece kadına, güçlü ve keskin yüz hatlarına sahip bir avcı olarak yaklaştı. Baştan çıkarma yoğun ve kaçınılmazdı; genç kadın onun ruhuna tesir ediyordu. Onun ihtiyaçlarına. Onun karanlığına. Onun dipsiz yalnızlığına. Genç kadının hisleri uyandı, adamın tehlikeli gücünden sakınmaya çalıştı. Adam onun alev alev yanmasına neden olmuştu. Üstelik bunu sadece zihniyle dokunarak yapmıştı.
Adama şafak vakti gitti, onun en kasvetli zamanında. Adamın içindeki canavar kükrüyor, onu tüketmekle tehdit ediyordu; en sonunda, yüzyılların çağrısı o gece cevabını buldu. Kadın ona cevap verdi, karanlığına ışık oldu. Güzel bir melek. Onun tutkusu, cesareti ve masumiyeti adamın içinde uzun süredir uyuyan şefkati uyandırdı. Ona sahip olması gerektiğini biliyordu, onun ruhundaki karanlığı çekip alacak ve onun yabani yanını evcilleştirecek tek kişi oydu. Birbirlerinden ayrıyken eksik, çaresizlerdi. Bedensel ve ruhsal olarak birbirlerine kenetlenmişlerdi; birbirlerini iyileştirebiliyor ve sonsuz gecelerini aşkla doldurabiliyorlardı.

Vampir mitolojisine miki mikiyi daha fazla nasıl sokarızın cevabı sanırım bu kitap. Durmaksızın hallenme ve götürme durumundaki biri telepatik diğeri kan emici iki karakterin büyük aşkı ev hanımları için yazılmış porno sınıfına içtenlikle sokuyorum. Az diyalog bol icraat arayanlar için paha biçilmez bir eser.
Eren

Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Canıgüz)

"Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.
Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar'dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan... Hikayeyi ve "karakteri" çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda...
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.

Beş yaşındaki 'aşırı' olgun bir çocuk aşkı, nefreti, varoluşu sorguluyor. Keyifle akan diyaloglar bir cinayete ve onun çözümüne bağlanıyor. Birbirinden eğlenceli diyaloglara eşlik eden tuhaf mı tuhaf karakterler var. Yazarın diğer iki kitabındaki bağımlılık yapan üslubu burada da öne çıkıyor. Rüya aleminde geçen ve 'okunması' gereken bir bölüm ise çoğu okuyucu için zorlu bir sınav olacaktır. Alper Kamu'nun yeni maceralarını dört gözle bekliyorum.

Eren

Eski Dostum Kertenkele (Şebnem İşigüzel)

Eski Dostum Kertenkele, Türkçe edebiyatın en içten, en sarsıcı seslerinden biri olan Şebnem İşigüzel'in bir ilk romandan beklenmeyen ustalık ve yetkinlikle kaleme aldığı ilk romanı.
Bu roman, on altı yaşındaki yoksul bir gencin, sevgili dostu Başparmak'la yaptığı soygunun, acı dolu bir maceranın romanı.Kahramanımız, Amerika'ya gitme hayallerinin süslediği hayatını; altın dişli halası, eşyalarla konuşan kız kardeşi, sinema manyağı Başparmak ve başkaları adına gittiği tahsilatlarda gösterdiği marifetle tanınan Kedici ile paylaşıyor. Düşlerle yarattığı hayatındaysa, onu teselli eden küçük tatlı şeyler ve aşk acısından kurtulmaya çalışan teyze kızı var.
Eski Dostum Kertenkele, ikiye bölünmüş bir ruhun, pişmanlığın, aşktan kaçmanın ve hayatta kalma çabasının romanı…

Bir şekilde ortasına düştüğümüz yaşantımızdan kıl payı sekebilir ve bambaşka bir hayata sürüklenebilirdik. Şebnem İşigüzel bunu yapıyor. Sizi alıyor 16 yaşındaki bir karakterin içine sokuyor. Size aşk acısı çektiriyor ve hırsızlık yaptırıyor. Bir yazarın kısacık romanıyla bu kadar etkileyici olması çok şaşırtıcı. Bitmesin diye azar azar okunan kitaplardan. Sanırım yazarın diğer kitaplarını gözüm kapalı alacağım.

Eren

Azap (Lauren Kate)

Cennetten kovulan bir melek olan erkek arkadaşı Daniel'dan ayrı kalan Luce için hayat cehennem azabından farksızdır. Birbirlerine kavuşmaları sonsuzluk kadar uzun sürmüştür ancak Daniel ona gitmek zorunda olduğunu söyler.
Daniel Luce'u öldürmek isteyen ölümsüzleri - Sürgünleri - yakalayana dek geri dönmeyecektir. Luce'u Kalifornia'nın kayalık kıyı şeridindeki bir okula, sıra dışı yeteneklere sahip öğrencilerin, düşen meleklerin ve insanların çocukları olan Nefilimlerin bulunduğu Shoreline'a gizler.
Shoreline'da Luce gölgelerin ne olduğunu ve onları önceki hayatlarına açılan bir pencere olarak nasıl kullanacağını öğrenir. Luce kendisini geliştirdikçe, Daniel'ın ona her şeyi anlatmadığına dair şüphe duymaya başlar. Daniel ondan bir şeyler gizlemektedir… Tehlikeli bir şeyler.
Ya Daniel'ın çizdiği geçmiş tam olarak doğru değilse? Ya Luce'un başka biriyle birlikte olması gerekiyorsa?
İlk kitabın ardından merak uyandırıcı bir başlangıç yapan Azap, lise ve aşk ekseninde ilerlemeye devam ediyor. Ergen sorunlarının her satırdan fışkırması haliyle sorun oluşturabiliyor. Hikayesinin mitolojik yanını birazcık daha güçlendiren yazar, Luce kızımızın hayatına üçüncü bir erkek daha sokmayı başarıyor. İlk kitabın gerisinde kalan ve oldukça 'azap' bozucu karakterleri olan serinin ikinci kitabını bitirmek küçük çaplı bir işkenceydi.

Eren