24 Aralık 2010 Cuma

Avukat (Mark Gimenez)

Hiç hasta olmamış, olamayan, bağışıklık sistemi bilinen tüm hastalıkları yenen Hasta X. Sekiz yaşındaki lösemili oğlunun tedavisi için çırpınan bir baba.Hastalıktan, ölümden kâr sağlayan büyük firmaların tetikçileri.Olayların ortasında 'müvekkil gizliliği' ilkesince hareket eden bir avukatın mücadelesi.Andy Prescott, Austin'deki en rahatına düşkün genç avukattır. Trafik cezalarına bakmaktadır ve ofisi, yıkık dökük bir dövme dükkânının üst katındaki küçük bir odadır. Dağ bisikletiyle gezmek ve arkadaşlarıyla vakit geçirmek en sevdiği işlerdir. Andy hırslı bir avukat değildir, hayatı hafife alan biridir. Bu durum Teksas'ın en zengin adamının ofisine gelmesine kadar sürer. Milyarder Russell Reeves onu avukatı olarak işe alır. Andy basit hukuki işler karşılığında o zamana kadarki tüm kazancından daha fazlasını alır ve hayatı değişmeye başlar. Ama hiçbir şey karşılıksız değildir. Russell hayatındaki tek emeli sekiz yaşındaki lösemili oğlu Zach'ı hayata döndürmeye çalışmak olan çaresiz bir adamdır. Bu uğurda her şeyi yapmaya hazırdır, ucunda avukatının hayatını tehlikeye atmak dahi olsa.

Ergenlikten henüz çıkmış gibi davranan bir avukat ile ortasına düştüğü acayip olaylar açıkçası beni kendine çekmeyi başardı. Bolca zekice göndermenin olduğu ve nefes aldırmayan bir kurguya sahip olması en büyük artıları. Fakat naif konusu kimi okuyuculara hafif gelebilir. Vakit geçirmek için çekirdek gibi bişi bu kitap.

Eren

İmkansız Aşklar Evi (Audrey Niffenegger)

Julia ve Valentina Poole, üniversitede okumak, iş bulmak ya da sıcak evlerinden dışarı çıkmak istemeyen, 'ayna' ikizleri olmaları dışında sıradan Amerikan gençleridir. Fakat her şey, var olduğundan bile haberdar olmadıkları teyzelerinin öldüğü ve onlara Londra'da Highgate Mezarlığı'na bakan bir apartman dairesi bıraktığı haberlerini veren bir mektup almalarıyla değişir. En sonunda kendi yaşamlarına başlayacaklarına inanırlar... ama üst katlarında yaşayan aşırı takıntılı Martin yetmezmiş gibi, alt katında sevdiği kadına tutkuyla bağlı Robert ve kız kardeşiyle arasının bozulmasını bir türlü atlatamayan -bir şekilde ne bu dünyayı ne de evini terk etmemiş gibi görünen- teyzelerinin karmaşık yaşamlarının tam ortasına düşerler.

Niyeyse karşı tarafa gidemeyen aşırı hırslı bir hayaletin aşk öyküsü gibi. Londra'nın Highgate Mezarlığı'nı arka planına alan hikayede ikiz olmanın ne korkunç bir şey olduğunu görüyoruz. Yer yer saçmalasa da başarılı bir anlatıma sahip olan kitabın yan karakterleri ise oldukça eğlenceliydi. Bayılmadım ama idare eder diyebiliriz.

Eren

Muhteşem Yaratıklar (Kami Garcia, Margareth Stohl)

Lena Duchannes, bir Güney kasabası olan Gatlin'de yaşamakta olan kimseye benzemiyordu. Bir yandan güçlerini gizlemeye çalışıyor, bir yandan da ailesini nesillerden beri eline geçirmiş olan bir lanetle savaşıyordu. Devasa çalılılar, bataklıklar ve Güney'in unutulmuş mezarlıkları gerçeği sonsuza kadar saklamayı başaramayacaktı.
Ethan Wate Gatlin'den kurtulacağı günü iple çekiyordu. Rüyalarında gördüğü o hiç tanımadığı kıza âşık oldu. Lena kasabanın en eski ve en ürkütücü evine taşınınca, Ethan tarif edilemez bir şekilde ona doğru çekildiğini hissetti. Aralarındaki bağı anlamaya kararlıydı.
Hiçbir sürprizin yaşanmadığı Gatlin'de bir sır bile her şeyi değiştirebilirdi.

Olağanüstü bir kapağı olan bir kitap. Alacakaranlık furyasından nasiplenen ama sırtını vampirlere dayamayan bu paranormal serinin en büyük farklılığı olanların bir erkek gözünden anlatılması. İki yazar tarafından bir parça yavaş anlatan hikayedeki entellektüel dokunuşlar ise heyecanlandıracak cinsten. Türe yeni bir soluk getiren serinin ilk kitabı yüksek bir puan almayı başardı benden.

Eren

Kara Prens (Christine Feehan)

O gece kadına, güçlü ve keskin yüz hatlarına sahip bir avcı olarak yaklaştı. Baştan çıkarma yoğun ve kaçınılmazdı; genç kadın onun ruhuna tesir ediyordu. Onun ihtiyaçlarına. Onun karanlığına. Onun dipsiz yalnızlığına. Genç kadının hisleri uyandı, adamın tehlikeli gücünden sakınmaya çalıştı. Adam onun alev alev yanmasına neden olmuştu. Üstelik bunu sadece zihniyle dokunarak yapmıştı.
Adama şafak vakti gitti, onun en kasvetli zamanında. Adamın içindeki canavar kükrüyor, onu tüketmekle tehdit ediyordu; en sonunda, yüzyılların çağrısı o gece cevabını buldu. Kadın ona cevap verdi, karanlığına ışık oldu. Güzel bir melek. Onun tutkusu, cesareti ve masumiyeti adamın içinde uzun süredir uyuyan şefkati uyandırdı. Ona sahip olması gerektiğini biliyordu, onun ruhundaki karanlığı çekip alacak ve onun yabani yanını evcilleştirecek tek kişi oydu. Birbirlerinden ayrıyken eksik, çaresizlerdi. Bedensel ve ruhsal olarak birbirlerine kenetlenmişlerdi; birbirlerini iyileştirebiliyor ve sonsuz gecelerini aşkla doldurabiliyorlardı.

Vampir mitolojisine miki mikiyi daha fazla nasıl sokarızın cevabı sanırım bu kitap. Durmaksızın hallenme ve götürme durumundaki biri telepatik diğeri kan emici iki karakterin büyük aşkı ev hanımları için yazılmış porno sınıfına içtenlikle sokuyorum. Az diyalog bol icraat arayanlar için paha biçilmez bir eser.
Eren

Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Canıgüz)

"Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.
Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar'dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan... Hikayeyi ve "karakteri" çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda...
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.

Beş yaşındaki 'aşırı' olgun bir çocuk aşkı, nefreti, varoluşu sorguluyor. Keyifle akan diyaloglar bir cinayete ve onun çözümüne bağlanıyor. Birbirinden eğlenceli diyaloglara eşlik eden tuhaf mı tuhaf karakterler var. Yazarın diğer iki kitabındaki bağımlılık yapan üslubu burada da öne çıkıyor. Rüya aleminde geçen ve 'okunması' gereken bir bölüm ise çoğu okuyucu için zorlu bir sınav olacaktır. Alper Kamu'nun yeni maceralarını dört gözle bekliyorum.

Eren

Eski Dostum Kertenkele (Şebnem İşigüzel)

Eski Dostum Kertenkele, Türkçe edebiyatın en içten, en sarsıcı seslerinden biri olan Şebnem İşigüzel'in bir ilk romandan beklenmeyen ustalık ve yetkinlikle kaleme aldığı ilk romanı.
Bu roman, on altı yaşındaki yoksul bir gencin, sevgili dostu Başparmak'la yaptığı soygunun, acı dolu bir maceranın romanı.Kahramanımız, Amerika'ya gitme hayallerinin süslediği hayatını; altın dişli halası, eşyalarla konuşan kız kardeşi, sinema manyağı Başparmak ve başkaları adına gittiği tahsilatlarda gösterdiği marifetle tanınan Kedici ile paylaşıyor. Düşlerle yarattığı hayatındaysa, onu teselli eden küçük tatlı şeyler ve aşk acısından kurtulmaya çalışan teyze kızı var.
Eski Dostum Kertenkele, ikiye bölünmüş bir ruhun, pişmanlığın, aşktan kaçmanın ve hayatta kalma çabasının romanı…

Bir şekilde ortasına düştüğümüz yaşantımızdan kıl payı sekebilir ve bambaşka bir hayata sürüklenebilirdik. Şebnem İşigüzel bunu yapıyor. Sizi alıyor 16 yaşındaki bir karakterin içine sokuyor. Size aşk acısı çektiriyor ve hırsızlık yaptırıyor. Bir yazarın kısacık romanıyla bu kadar etkileyici olması çok şaşırtıcı. Bitmesin diye azar azar okunan kitaplardan. Sanırım yazarın diğer kitaplarını gözüm kapalı alacağım.

Eren

Azap (Lauren Kate)

Cennetten kovulan bir melek olan erkek arkadaşı Daniel'dan ayrı kalan Luce için hayat cehennem azabından farksızdır. Birbirlerine kavuşmaları sonsuzluk kadar uzun sürmüştür ancak Daniel ona gitmek zorunda olduğunu söyler.
Daniel Luce'u öldürmek isteyen ölümsüzleri - Sürgünleri - yakalayana dek geri dönmeyecektir. Luce'u Kalifornia'nın kayalık kıyı şeridindeki bir okula, sıra dışı yeteneklere sahip öğrencilerin, düşen meleklerin ve insanların çocukları olan Nefilimlerin bulunduğu Shoreline'a gizler.
Shoreline'da Luce gölgelerin ne olduğunu ve onları önceki hayatlarına açılan bir pencere olarak nasıl kullanacağını öğrenir. Luce kendisini geliştirdikçe, Daniel'ın ona her şeyi anlatmadığına dair şüphe duymaya başlar. Daniel ondan bir şeyler gizlemektedir… Tehlikeli bir şeyler.
Ya Daniel'ın çizdiği geçmiş tam olarak doğru değilse? Ya Luce'un başka biriyle birlikte olması gerekiyorsa?
İlk kitabın ardından merak uyandırıcı bir başlangıç yapan Azap, lise ve aşk ekseninde ilerlemeye devam ediyor. Ergen sorunlarının her satırdan fışkırması haliyle sorun oluşturabiliyor. Hikayesinin mitolojik yanını birazcık daha güçlendiren yazar, Luce kızımızın hayatına üçüncü bir erkek daha sokmayı başarıyor. İlk kitabın gerisinde kalan ve oldukça 'azap' bozucu karakterleri olan serinin ikinci kitabını bitirmek küçük çaplı bir işkenceydi.

Eren

25 Temmuz 2010 Pazar

Grotesk (Natsuo Kirino)

Tokyo’da fahişelik yapan Yuriko ve Kazue acımasız bir şekilde öldürülürler; ve bu ölümler hem katilin kimliğiyle ilgili soru işaretlerini hem de maktullerinin kimlikleriyle ve öldürülme biçimleriyle ilgili soru işaretlerini gün yüzüne çıkarır... 

Kirino, klasik korku ve gerilim romanlarının ötesinde, hem bireyi hem de toplumu sertçe eleştirdiği Grotesk’te; güzellik ve zalimlik, cinsellik ve şiddet, çirkinlik ve hırs arasındaki çetrefil ilişkileri yetkin bir biçimde ele alıyor. Üstelik, ilk sayfadan son sayfaya kadar okuyucuyu diken üstünde tutmayı da başararak…



Kadınlar, yalnızlık, kıskançlık, fahişelik, cinayet, cinsellik, erkekler ve Japon toplumu. Birbiriyle bağlantılı iki cinayet ve bu cinayetin çevresindeki 5 kişi. Yazar günlüklerle, mektuplarla, mahkeme kayıtlarıyla bütün karakterlerin bakış açılarını görmemizi sağlayıp karakterleri derinleştiriyor. 670 sayfa boyunca bütün karakterler ve olaylar hakkında detaylar veriyor, hatta lineer bir olay örgüsü olmadığından ağır ilerliyor ama tempo asla düşmüyor, yazım dili çok başarılı. Ben çok etkileyici buldum, özellikle Kazue'nin günlüklerinde kendini kandırışları, Zhang'ın Çin'deki yaşamı ve bir Çinli'nin gözünden Japonya oldukça iyi yazılmış.
Ece.

24 Haziran 2010 Perşembe

Ateşle Oynayan Kız (Stieg Larsson)

Ejderha Dövmeli Kızın devamı olan kitapta, aykırı kahramanımız Lisbeth Salander bu defa boyundan büyük bir belaya bulaşıyor. Sadık dostu Mikail Blomkvist ise kendisine yardım etmek için elinden geleni yapıyor.

İlk kitapta beni benden alan şiddet eğilimli-sosyopat-erkek düşmanı Salander'in geçmişine dalıyoruz. 3 cinayet ve tonla karanlık ilişkinin ortasında kadın düşmanı erkekler, güç sahibi kadınlar ve seks suçları işleyen biri sürü adamla karşılaşıyoruz. Yazarın güçlü kadın profillerine olan tutkusu nasıl gözümüzü yaşarttıysa ilk kitapta şöyle bir bahsedilen her şeyi kurguda bir şey için kullanması azıcık hayal kırıklığı yarattı. Sanki eteğindeki tüm taşları ortaya dökmüş gibi. Her şeye rağmen tuğla boyutlarındaki kitabı üç gün içerisinde keyifle okudum. İlk kitap kadar iyi olmasa da gözardı edilmemesi gereken bir eser. Eminim herkes serinin (Millennium) üçüncü kitabında ortaya çıkacak olan karakteri de tahmin edebilmiştir.

Eren.

8 Haziran 2010 Salı

Gazze Blues (Etgar Keret ve Samir El-Youssef)

İsrailli Etgar Keret ve Filistinli Samir El-Yusuf; Gazze Blues’da farklı mevzilerden yükselen sesleri bir araya getiriyor. Tuhaf, kafası bozuk, komik ve keskin anlatılarıyla bu iki parlak yazar; sınırlanmayı reddeden bir yaşam enerjisiyle dopdolu karşımızda. Savaşa, iç sıkıntısına, ümitsizliğe ve hem sarsıcı hem de sancılı bir insanlık tecrübesine dair samimi, hüzünlü ve esprili Gazze Blues; kolay kolay akıllardan silinmeyecek ve nabzı enerji, öfke ve mizahla gümbür gümbür atan bir kitap.

“Bomba saldırısından sonra Samir beni aradı ve ‘Bir şeyler yapmamız gerek,’ dedi. ‘Evet ama hiçbir işe yaramayacak bir imza kampanyası daha başlatmak istemiyorum,’ dedim. Bunun üzerine, ‘Hayır, bir fikrim var,’ dedi. ‘Birlikte bir kitap yapalım. Seni okuyan ve beni hiçbir zaman okumayacak o kadar çok insan var ki… İki tarafı da insanlıktan çıkarmanın çok kolay olduğu bir konuda tarafları insancıllaştırmak için bir çaba göstermiş oluruz.’” – Etgar Keret, The Believer
(Arka kapaktan alıntı.)

Mavi Marmara olayıyla gerilen sinirlere iyi gelebilecek, "iki taraftan" yazarların toplama hikayelerini içeren enteresan bir kitap bu. İsrail'den sadece nefret etmek üzerine kurulu zihinlerde ilginç bir portre bile çizebilir kitap. Oralardaki gündelik hayattan ve de rüya aleminden anlatıları merakla okuyacağınızı tahmin ediyorum.

Eren.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Pamuk Prenses (Donald Barthelme)

Hayal gücünden yoksun ve yaratıcılık karşısında korkudan tir tir titreyen, topu bir arada iki 'tam' erkek etmeyen, yedi çalışkan adam. Gözü kendinden başkasını görmeyen, sözde bir prens. Kötülüğünden güç alan ve arıza bir adama aşkıyla iyice bileylenmiş bir cadı. Üstlendiği role itirazı olan bir lider… Yaşamla çelişen yasaklar. Sadece kapılı kapılar ardında yıkılan tabular. Zehirli elmalar değil de, zehirli içkiler. Birbirine karışan sesler. Her şeyden önce gelen ve her ne pahasına olursa olsun asla ihmal edilmeyecek işler. En büyük üretimi çöp olan, çivisi çıkmış bir dünya… Ve penceresinin kenarına oturmuş, ezber hayallerini bir an olsun sorgulamayan, rayından çıksa bile rolünden vazgeçmeyen, meçhul kurtarıcısını beklemekte ısrarlı, çağdaş bir kadın; Pamuk Prenses.
(Arka kapaktan alıntı.)

Tüm samimiyetimle söylüyorum, yukarıda okumuş olduğunuz arka kapak alıntısı kitabın en güzel yeridir. Pamuk Prenses masalına, modern dünyadan eleştirel bir bakış olduğu su götürmez bir çalışma olmakla birlikte yazarın "deneysel" yaklaşımı, romanı roman yapan "giriş-gelişme-sonuç" üçgenine son derece uzak olduğu içindir ki benim için yorucu olmaktan öteye geçemedi. Donald abimize cevap Samuel Beckett'tan geliyor; yine dene, yine yenil, daha iyi yenil!

Başak.

Hırs ve Ceza (Ayça Şen)

Ece, yazar olabilmek için her türlü mücadeleye hazırdır: Evini, işini, her şeyini bırakır, annesinin yanına taşınır, parasız pulsuz halkın arasına karışır. Sevgilisinden yeni ayrılmış olmanın verdiği derin acı bile artık romanında kullanılacak küçük bir ayrıntıdan öteye gitmeyecek, yazar olabilmek için çektiği ıstıraplar bununla da kalmayacak, edebiyat uğruna, Vadideki Zambak, Diriliş, Büyük Umutlar ve Anna Karenina gibi, kendisinden daha düşük vizyona sahip yazarların eserlerini 'okuma uğraşısı' verecektir.

Ama zorlu şartlar, gelecekte yazım dünyasını derinden sarsacak olan bu fedakâr ve kahraman kadını yıldıracak mıdır? Hayır, bin kere HAYIR!..

Sonunda Türkiye'de (aslında büyük bir rahatlıkla söyleyebiliriz ki, dünyada) saf bir bilinç ile yazılmış, okuyan herkesi derinden etkileyecek, çok 'enteresan' bir 'roman' yazmayı ve yayımlatmayı başarır.!..

(Arka kapaktan alıntı.)


Kitabın adı ayrı yakaladı beni, arka kapak ayrı.. Bir heyecanla aldım, derhal okumaya koyuldum. Eğlenmedim mi eğlendim, eleştirdiklerine katılmadım mı katıldım, fikren de beğendim, tamamdır. Ancak dilime, kalemime yapışan ve kurtulmak için gerçekten günlerce uğraşmam gereken o dil kirliliği için seni affetmiyorum Ayça Şen. Konuşur gibi yazma, konuş ama yazma. Kitabına bir de pembe kapak yapmışsın. Aferin.

Başak.

Piç Fantazi ( Luke Rhinehart )

Büyük İkiz Tanrılar Neden ile Sonuç'un, 2000 yıllık raporlarını sunmak üzere Yüce Şans Tanrısı'nın huzuruna çağrılma günü geldi çattı. Her zamanki gibi kendilerine eşlik eden büyük bir tanrılar heyeti ve dalkavuk meleklerle birlikte geldiler. Geçmiş ve Gelecek oradaydı. Ve Hipotez ile Çünkü de öyle; toplamda birkaç bin tanrı ederdi.

Elbette Şans Tanrısı'nın oğlu Whim de oradaydı ve dünyaya gitmek istiyordu.

Whim'in istediği oldu. Dünyaya geldi. Şans Tanrısı'nın piçi olarak…

Nihai Gerçek'i bulmak için babası Şans Tanrısı tarafından dünyaya gönderilen Whim çok özel bir Kızılderili çocuktur. Seks ve aşkı henüz keşfeden liseli bir futbol yıldızı ve kendilerini insanlardan saklayan bir Kızılderili kabilesinin son birkaç üyesinden biriyken Nihai Gerçek'in peşine düşer...
(Arka kapaktan alıntı.)

Yazarın patlamalara doymamış Zar Adam ve Zar Adam'ın Peşinde kitaplarını zerrece merak etmesem de şans tanrısından girip Kızılderililerden çıkan, oradan aşka uğrayıp dönüşte ticaretin inceliklerinde duraklayan bu karmaşanın içinden nasıl çıkacağını şiddetle merak ettiğim içindir ki Piç Fantazi'yi kendime göre rekor sayılabilecek bir hızda okuyup bitirdim. Edisyonuyla ilgili bir kaç kafa karıştırıcı noktaya takılmakla beraber genel olarak çok keyif aldım, ara ara sesli güldüm, yanımdakilere parçalar okumaktan kendimi alamadım.
An itibariyle gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki popüler olanın her zaman tü kaka olmayabileceğinin kanıtı ender kitaplardandır nazarımda. Bu arada kitabı okuyup seyrüseferci Kum Tanesi ile karşılıklı iki kadeh rakı içmek istemeyen bizden değildir.evet.

Başak.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Yemin (Frank Peretti)

Geceleri, bilinen bütün hayvanlardan çok daha tehlikeli olan bir yırtıcı hayvan, insanların bedenlerini ve ruhlarını istemeye başlıyor. En son kurban, doğa fotoğrafçısı Cliff Benson, dağlarda kamp yaparken vahşice öldürülüyor. Şerif Les Collins, izleyebileceği küçük bir kanıta rağmen, davayı kapatıyor ve suçu vahşi bir ayıya atıyor... Tıpkı Hyde River'da yıllardır süregelen diğer esrarengiz ölümlere ve ortadan kayboluşlara yapıldığı gibi.

Fakat vahşi yaşam biyologu Steve Benson, kardeşinin ölümünü bir sır olarak kabul etmeyi reddediyor. Şerif'in, Hyde River'da büyümüş olan ve kasabanın en güçlü adamının, cinayetin delilini saklamak için bir komplo düzenlendiğinden şüphelenen, kumral saçlı yardımcısı Tracy Ellis'le birlikte bir araştırmaya girişiyor.
(arka kapaktan alıntı.)

Uzun, upuzun bir kitap bu. Bir türlü akmamakta ısrar eden sayfaların arkasında "inançsızlık sizi felakete götürür," gibisinden nefis bir anafikir uzanıyor. İffet ve o giderse başımıza gelecekler Chuck Norris filmlerine özgü bir bakışla betimlemelere boğularak üzerinize boca ediliyor. Hatta basbaya bir Hristiyanlık reklamı da söz konusu kitapta. Bunları görmezden gelebilirim, aksiyon olsun, adrenalin olsun ama illa olsun diyorsanız kitap tam size göre.

Eren.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Kürtaj (Richard Brautigan)

Uzun yıllar boyunca kaybedenler kütüphanesinde yaşamanın ardından, dünyanın en güzel kadınıyla tanışıp onunla birlikte olursanız eğer, zaman içinde başınız derde girebilir. Ama, kadın yanınızdaysa, bir gün onun dediği gibi "kahraman" olabilirsiniz. Bu kesin.

Kitaplar, kahve yapım kültürü, soylu bir kapı zili, genç bir erkeği elde tutmanın yolları, inanılmaz bir rekabet, geri geri uçan uçaklar, kürtaj
..
daha başka şeyler ve aşk üzerine yazılmış en iyi kitaplardan biri.
(Arka kapaktan alıntı)


beatitude: kesin mutluluk hali.. beat (beaten): harap, yenilmiş, yitik.. the beat generation: her iki tanıma da uydurulabilecek, ama aslında hiçbir yere sığdırılamayacak, uymayacak adamlardan oluşan bir akım..

beat generation: 2. dünya savaşı sırasında yetişkinliğini yaşamaya başlamış, ne bir kısım yaşıtlarının savaşmak için geçerli gördüğü değerlere inanan, ne de diğer kısım yaşıtlarının kutsal saydığı maddiyata katlanabilmiş bir avuç zeki genç adamın oluşturduğu kültür.. hippilere, Jim Morrison'a örnek olmuş, savaşa, maddiyata, düzene karşı çıkan, istedikleri gibi, özgürce yaşayan, saçmalayan, saçmalamaktan gocunmayan, yaptıkları hatalarla eğlenen, doğu felsefelerine merak salan, alternatif formlarıyla seksin tutkunu, uyuşturucu deneyimlerinden zevk alan, kafalarının güzel oluşunun verdiği mutluluğu edebiyata dökenlerin tarzı..

richard brautigan: jack kerouac, charles bukowski, william burroughs, neal cassady, allen ginsberg, bob kaufman, gary snyder gibi isimlerin başı çektiği beatniklerin en başarılı kalemlerinden biri.. dahil olduğu kuşağın diğer üyelerine nazaran daha yalnız, daha kırılgan ve daha efendi bir adam..

kürtaj: oyuncaklarının hikayesini mum boyalarla anlatan küçük çocuklar, öfkelerini hikayelere döken yeniyetmeler, anılarını roman haline getiren yaşlılar.. sıradan insanların, istedikleri şekilde, istedikleri konuda yazdıkları kitapların orjinal tek kopyalarını getirip istedikleri rafa yerleştirdiği bir kütüphane.. bütün hayatını bu kütüphanede geçiren, münzevi bir kütüphaneci.. vücuduyla senkronize olmayan dünyanın en güzel ve en utangaç kadını.. aşk.. kaybediş.. hüzünlü bir huzur..

mutlu insanların öyküsü yoktur..

Sanem

20 Mayıs 2010 Perşembe

Gizli Ajans (Alper Canıgüz)

Dünyanın, şahsına karşı kurulmuş bir komplo olduğuna inanan, genç ve avare metin yazarı Musa… Onun, hayatın her alanına derin ve samimi bir merakla yaklaşan,temiz kalpli ev arkadaşı Şaban… Diğer tarafta, gaddar bir kedi tarafından yönetilen, birbirinden tuhaf çalışanlarıyla bir reklam ajansı: Menekşe gözlü sanat yönetmeni Sanem, esmer ve seksi sekreterler Mehtap ile Sevilay, durmaksızın ağlayan yaratıcı yönetmen Çeşme, psişik-sismograf çaycı Ercan… Ve şöhretler: Tesla, Prens Charles, Kaan Sezyum, Küçük Prens, Süpermen ve diğerleri… Özgün üslubuyla, ilk kitabı Tatlı Rüyalar’dan itibaren geniş bir hayran kitlesi edinen Alper Canıgüz’den yine eğlenceli, heyecanlı ve kışkırtıcı bir absürd macera…
(arka kapaktan alıntı)


Neden daha önce keşfetmedim? Yazdığı her kitap yüzünden bir şekilde partinin sonuna yetişmişim de kenarından ancak yakalayabilmişim gibi hissediyorum. Gene çok eğlenceli ama ilk kitabı Tatlı Rüyalar'ın yanında biraz düz ama daha komik ve hafif bir kitap bu. Sabit kalan tek şey ise aşkı yapılan methiye. Fakat onu seven bunu da sever diyerekten şiddetle öneriyorum.

Eren.

Ateşi Yakalamak (Suzanne Collins)

Capitol mutsuz, huzursuzluk artıyor. Ateşle dans eden kız bir kıvılcım yaktı, yerin altından yükselen isyan şimdi patlama noktasında

Kıvılcımlar parlıyor, alevler yayılıyor ve capitol intikam istiyor.

(arka kapaktan alıntı.)



İtiraf ediyorum ergen bir çocuk gibi 1 gün içerisinde kitabı yercesine okudum. Fakat bunun tek nedeni bir sonraki sayfayı merak etmemdi. Önceki kitaba ek olarak yeni pek bir şey sunmayan bir kitap - Capitol'deki akıl dışı refahın günümüz yaşamına yaptığı referanslarla betimlenmesi kısımları pek keyifliydi. Hatta bir önceki kitabın jokeri olan açlık oyunlarını burada da görüyoruz. Her şeye rağmen kitap bir ara kitap olduğunu ve yazarın asıl bombasını 3. kitaba sakladığını hissettirmeyi başarıyor. Israrla bekliyoruz.

Eren.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

İyi de Nasıl? (Nick Hornby)

Katie Carr, iki çocuklu, evli bir doktordur. Huysuz bir mizaca sahip kocası David, yerel bir gazeteye iğneleyici köşe yazıları yazmaktan başka bir iş yapmamaktadır. Kocasının sinirli ve saldırgan tutumu Katie'yi evlilik dışı bir ilişki yaşamaya iter. Bu ilişkide aradığını bulamayan Katie'yi evinde de bir sürpriz beklemektedir: Huysuz kocası, bir dokunuşu ile insanlara şifa dağıtan, ruhani güçlere sahip İyiHaber ile tanışmış ve onu evde misafir etmeye karar vermiştir.

İyiHaber'in rehberliğinde saldırgan ve sinirli huylarından kurtulup 'iyi' bir insan olmaya karar veren David, çevresindekilere yardım etmek için işe koyulur. İlk yaptığı çocuklarının fazla oyuncaklarını, oyuncağı olmayan ve zor koşullarda yaşayan çocuklara armağan etmek olur. Sonra sıra komşuları evlerindeki misafir odalarını sokakta yaşayan gençlere açmaları için ikna etmeye gelir.

Kocasının değişmesi için yıllar boyu çabalayan Katie sonunda istediğine kavuşmuştur: Karşısında bambaşka, 'iyi' bir adam vardır. Ancak Katie, istediğinin bu olduğundan pek emin değildir, kendini 'iyiliğe' adamış bu adamı tanımakta zorlanmaktadır.
'İyi' bir insan olmak için ödenen bedellerin, kişisel mutluluk ve tatmin duygularının önünde bir engel olduğunu fark eden Katie, kendini bu amaca adamış David'i toplumsal olan ile bireysel olan arasında bir denge kurmaya ikna edebilecek midir?


(arka kapaktan alıntı.)

Evlilik ne menem bir şeydir kısa ve öz bir şekilde anlatıyor kitap. Olaya fantastik bir boyut katan "ermiş" ise evlilik kurumundaki aksaklıkları birden fazla mücizenin bile düzeltemeyeceğinin kanıtını oluşturuyor. Hornby'ın bir diğer kitabını okumak için sabırsızlanıyorum.

Eren.

Asil Kan (Melissa De La Cruz)

Yaşam, herhangi birisinin şimdiye kadar fark ettiğinden daha kırılgandı. Bir dakika önce yaşarken bir dakika sonra ölü olabilirdin. Peki ya hiç ölmeyeceksen?
Doğum, yaşam ve ölüm. Her biri birer döngü ama bir de bu döngünün dışında yaşayanlar var; doğan, yaşayan ama hiç ölmeyenler
İnsan yaşlandıkça ölümü bekler ve nasıl öleceğini de merak eder. Kanı kırmızı olan her insan, kalp krizi, şeker nöbeti, anevrizma gibi bir hastalık yüzünden, bir kaza sebebiyle ya da yatağında uyurken ölür. Bu kaçınılmazdır. Peki diğerleri? Yani Vampirler Yani asil kanlı insanlar Damarlarında kırmızı yerine mavi kan akan eşsiz canlılar
Schuyler, babasız büyümüş annesi komada olan silik bir kızdır. Büyükannesi ile kocaman bir evde yaşamaktadır ve başlangıçta kimseyle paylaşamadığı doğaüstü ilginç şeyler görmektedir. En iyi arkadaşı Oliver ile gittiği bir eğlencede asillerle tanışırlar ve bir arkadaşlarının ölümüyle tüm sırlar yavaş yavaş açığa çıkar. O, hem bir asil yani Mavi Kanlı, hem de normal bir insandır. 

(arka kapaktan alıntı)

Güzel kitapların berbat film uyarlamalarının olmasından nasıl nefret ediyorsam filminin ya da dizisinin yapılması için yazılmış kitaplara da aynı şekilde mesafeliyim. Güzel bir fikrin nasıl çarçur edileceğine şahit olduğunuz bu kitap, verdiği anlamsız bilgiler ve ayrıntıdan yoksun dört nala giden kurgusuyla ve kimin kim olduğunu çözemediğiniz kalabalık kadrosuyla insanı bay bay bayıyor. Dört kitaplık seriye kendi adıma hayatta başarılar diliyorum.

Eren.

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın (Jonathan Safran Foer)

11 Eylül'de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur... Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman.


(arka kapaktan alıntı)

Kitabı okumaya başladığımda içime düşen benzerlik duygusundan dolayı - The Curious Incident of the Dog in the Night Time - babasını arayan "sorunlu" çocuk karakterine ısınamadım. Fakat söylemek zorundayım ki bu kitap adamı kahır sahibi yapar. Öyle cümleler var ki yüreğinize işliyor, ağlamamak için otobüste dudağınızı ısırıyorsunuz. Baş kahramana defalarca sarılmak istemeniz, ona, "hayat aslında öyle değil şöyle," demek istemeniz ise cabası. Foer amca şu dakikadan sonra kussa alır okurum. Bu arada çevirisi ve tahsis işi çok titiz yapılmış, imrendim.

Eren.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ejderha Dövmeli Kız (Stieg Larsson)

Uzun yıllar zihinsel engelli sanılan gerçek bir sosyopat olan ana karakter kızımız, zengin ve soylu bir ailenin geçmişinde büyük bir yara olan bir olayın çözülmesinde, şöhreti zedelenmiş dürüst bir gazeteciye yardım eder. Ve olaylar gelişir...

646 sayfa ve içinde Övgüler diye 6 sayfalık beyinsiz bir bölüme - ah, tonla anlatım bozukluğu ve hata unutulmamalı - rağmen çok ama çok güzel bir kitap bu. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinde kadınlara uygulanan şiddet ve İsveç'in kirli ekonomik olaylarına odaklanan kitap, çizdiği kusursuza yakın karakterler ile sizi çat diye hazırlıksız yakalıyor. Başkahramanların 300 sayfa boyunca bir araya gelmemesi bile sorun yaratmıyor. Erken göçen yazarına selamımızı çakıp serinin sonraki kitaplarının çevirisini keyifle bekliyoruz.

Eren.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Düşerken (Nick Hornby)

Ünlü sabah programı sunucusu Martin Sharp ayyaşlığı ve çapkınlığı yüzünden defalarca gazetelere manşet olmuş, sonunda küçük yaşta bir kızla ilişkiye girdiği için hapse düşmüş, ailesini, dostlarını, saygınlığını, işini, kısacası her şeyini kaybetmiştir. Hapisten çıktıktan sonra onu hayata bağlayan hiçbir şey kalmadığını anladığında yılbaşı gecesi İngiltere’nin en yüksek binalarından biri olan Toppers Binası’nın tepesine çıkıp kendini çatıdan aşağı atmaya karar verir. Ancak bu iş sandığı kadar kolay olmayacaktır; aynı gece aynı yerde intihar etmek isteyen üç kişi daha vardır: Hayatını engelli oğluna adamış, yıllardır kilise ile evi arasında mekik dokumaktan başka bir şey yapmamış, ürkek, yalnız bir kadın, Maureen... Birkaç yıl önce esrarengiz biçimde ortadan kaybolan kız kardeşini bir türlü aklından çıkaramayan, bürokrat babasından ve onun savunduğu tüm değerlerden nefret eden, çareyi alkolde, uyuşturucuda arayan saldırgan, asi Jess... Rock grubu dağılınca kız arkadaşının peşinden İngiltere’ye gelmiş, ilişkisi sona erince de bir pizzacıda çalışmaya başlamış, müzik yapmadan yaşamayacağını düşünen, kitaplara tutkun Amerikalı JJ. Nick Hornby, Düşerken’de tek ortak noktaları intihar etme isteği olan dört farklı kişiyi hüzünlü ama bir o kadar da eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.

(arka kapaktan alıntıdır.)


Bir sevgi, dostluk bağlılık hikayesi falan değil bu. Hepsinin hayatı birbirinden boktan olan dört mutsuz insanın yanyana kalma çabası anlatılıyor. Günlük gibi kişilerin gözlerinden sırayla anlatılan olaylar gerçek hayattan kopmadan, "hayat dersi verme" zırvalıklarından uzak durarak anlatıyor derdini. Bir şekilde herkesin kendinden bir şeyler bulacağı karakterler bazı cümlelerde siz olarak konuşuyor. Şaşırmayınız.

Eren.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Toza Sor (John Fante)

"Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Birkaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş biri gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyordu, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü bir enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu: sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın ve büyük bir mucizeydi. Evet, Fante beni çok etkiledi. O kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. Benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. Bazen ona, 'Bana orospu çocuğu deme! Bandini'yim ben, Arturo Bandini' diye bağırırdım. Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. Ama 'Angel's Flight'ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını tahayyül etmeyi severdim. Hemen her gün ordan geçerdim. Camilla'nın tırmandığı percere bu muydu? Lobi bu mu? Hiçbir zaman emin olamadım." Charles Bukowski

(arka kapaktan alıntı)

Aslında Charles Bukowski'nin önsözünden sonra bize yorum yapmak düşer mi, bilemiyorum, ama adetten tabii, yazmak lazım. Çok enteresan olmayan olayları, beş parasız, ucuz bir otelde yaşayan, portakalla beslenen, yazar olmaya çalışan bir adamın günden güne yaşadıklarını ve aşkını öyle akıcı bir üslupla, şiirsellikle anlatmış ki Fante, akıp gidiyor zaten kısacık olan kitap. Çeviri de okuduğum en iyi çevirilerdendi, hiçbir satırında rahatsızlık duymadım. Filmi de çekilmiş, Colin Farrel ve Selma Hayek'in oynadığı. Ama izlemeyi düşünmüyorum, kitabın özünü muhtemelen yakalayamadıkları için sadece hayal kırıklığı olur herhalde.

Ece.

Kayıp Sembol (Dan Brown)

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol’de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binası'nda konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binası’na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

(arka kapaktan alıntıdır.)

Kayıp sembol'ün,Da Vinci Şifresi ve Dijital Kale'den sonra tam bir hayal kırıklığı olduğu söylenebilir. Diğer iki kitabın devamı niteliğinde olan kitapta oldukça derin betimlemeler mevcut;fakat bir çırpıda okunduğu söylenemez. Dan Brown tüm kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da karakterlerin gizem ve esrarengizliği üzerinde durmuş. Kitabı bitirdikten sonra aslında hiçbir gerçeğin başta anlatıldığı gibi olmadığını anlayacaksınız. Sonunda şaşkınlıktan ağzınızın açık kaldığı bir Dan Brown kitapları klasiklerinden biri daha.. Sizi kitabın sonuna kadar çekendir bu gizem ve sürprizler..

Gülşah.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Tatlı Rüyalar (Alper Canıgüz)


Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz –kendisi Türkiye’de yaşayan bir Fransız Türk’üdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve “hayatı değişir”... “Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki yabancı dil bilen sağlıklı genç, geri kalanını temin edebilmek amacıyla hayatının bir bölümünü satıyor. İlgilenenler aşağıdaki telefon numarasına başvurarak randevu alabilirler.”

(arka kapaktan alıntı)


Paralel evrenler ve aşk üzerine bir roman olduğunu söylesem, dahası kahkaha attıracak kadar eğlenceli bir kitap desem yeterli olur mu? Yeterli olmadıysa şunu demek zorundayım: Uzun zamandır bu kadar güzel kafa dağıtmamıştım! Kısa gibi görünen kitap olan biten onca şeyi öyle tatlı, öyle akıllıca birbirine bağlıyor ki suratınızda gevşek bir gülümseme kalıyor. Yazarın eğlenceli dili ve aşka olan bağlılığı ise romantik yanımızı fazlasıyla tatmin etti. Bir ilk kitap için çok ama çok iyi.

Eren.

Açlık Oyunları (Suzanne Collins)

Kitabın arka kapağından bir alıntı, ne bileyim bir açıklama kısmı koymak isterdim ama yayınevi, son zamanlarda moda olduğu üzere, sadece övgülerden oluşan bir bölüm eklemiş arka sayfasına.

Bildik Yunan mitolojisinden bir hikayeyi tekrar ama oldukça başarılı bir şekilde işleyen yazar, günümüze referanslar içeren bir gençlik serisi yaratmış. Seri gençlik serisi olabilir ama içindeki kasvetli hava herkesi kolayca yakalayacak cinsten. Yayınevinin berbat çevirisi ve editöryel katkısı yüzünden, yer yer, okumak gerçek bir azaba dönüşse de konu akışı sayesinde kitabı iki günde bitiriyorsunuz (aynen benim gibi).

Eren.

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın (Jonathan Safran Foer)


11 Eylül'de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur... Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman.


(arka kapaktan alıntı)

Sanırım hayatımda okuduğum en içten, en hüzün dolu, en buruk kitap. Bu hüngür hüngür ağlattığı, her sayfasında ayrı bir trajedinin yaşandığı, acıların kitabı olduğu anlamına gelmiyor elbette, yalnızca yazar öyle bir dil kullanmış ki, hissediyorsunuz karakterlerin hüznünü, ne yaşadıklarını. Dokuz yaşındaki Oskar'ın o sevimli masumiyeti, icatları ve bilmişliği arkasındaki acı ve babasına duyduğu özlem, yaşadıkları dolayısıyla konuşmayı kesmiş dedesinin doğmamış çocuğuna asla göndermediği mektuplardaki sessiz çığlıklar ve babaannesinin sevgiye olan açlığı, kitapta karışık bir sırayla, muhteşem bir kurguyla anlatılmış. 11 Eylül, Dresden Bombardımanı ve Hiroşima'nın, farklı kişileri farklı zamanlarda ama aynı şekilde etkilemiş etkileri. Hüngür hüngür ağlatmadığını iddia etmiş olabilirim gerçi ama Hiroşima'da kızıyla ilgili hikayeyi anlatan kadının bölümünde hıçkıra hıçkıra bir hal oldum, yalan söylemeyeceğim. Kitaptaki resimler, ve sonundaki animasyonumsu kısım da görsellik katarak daha da güzelleştiriyor. Ayrıca Oskar gibi çocuğum olsun, başka hiçbir şey istemem. Bir kaç alıntı vermezsem de gözüm açık gider. 

"Sometimes I can hear my bones straining under the weight of all the lives I'm not living" 
"I regret that it takes a life to learn how to live." 

"I felt, that night, on that stage, under that skull, incredibly close to everything in the universe, but also extremely alone. I wondered, for the first time in my life, if life was worth all the work it took to live. What exactly made it worth it? What's so horrible about being dead forever, and not feeling anything, and not even dreaming? What's so great about feeling and dreaming?" 

"I thought about all of the tings that everyone ever says to each other, and how everyone is going to die, whether it's in a millisecond, or days, or months, or 76.5 years, if you were just born. Everything that's born has to die, which means our lives are like skyscrapers. The smoke rises at different speeds, but they're all on fire, and we're all trapped." 
Ece.

Har: Bir Kıyamet Romanı (Murat Uyurkulak)

“Bu ülke, ki Netamiye derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü. Yalan elbet, ulu falan değildi ejderha. Kanatlarından irin saçan, pespaye bir yaratıktı aslında. Hastaydı, uçarken kusuyordu sürekli. Şöyle son bir kez titredi, süzülürken ağzını açtı ve macunumsu fokurdak bir sıvıyı, uzun ince kilimler misali, kadim suyun ortasına seriverdi. Ejderha olgun bir armut gibi yere düşerken, macunkilim de hızla katılaştı, kabarcıklarından dağlar vadiler denizler hasıl oldu, bu ülke böyle vücut buldu.
Üzerinden her daim ekşi kokulu dumanlar tütmesi ondandır.”

Murat Uyurkulak’ın ilk romanı Tol çok sevilmişti. Har’ı da seveceğinizden eminiz. Dumanı tüten bir kıyametin romanı Har. Gökte melekler, cinler, “ben”ler, şeytanın ta kendisi, yerde Numune, Onüç, Otuzbeş ve bütün Yamuklar, tekmili birden aynı alametin üzerinde. Ne diyelim, Büyük A hepimizi korusun!

(arka kapaktan alıntı)

Arka kapak yazısına bayılıp bir solukta bitirdiğim bir kitap. Yaratıcılıkta sınır tanımayan, ironik, eğlenceli, öfkeli, inanılmaz doğal ve gerçekçi dili zaten elden düşürtmediği gibi, fantastik görünse de hakikatin (hatta neredeyse can acıtacak kadar) dibine vurmuş hikayesi de kitabı okuyup bitirene kadar rahat verdirtmiyor. Türkiye'nin (pardon, Netamiye'nin...) bugününü ve geçmişini kah gökteki ne idüğü belirsiz 'ben'likler kah da Numune isimli fazlasıyla tipik bir gencin gözünden anlatırken yaptığı göndermeleri takip etmek de fazlasıyla eğlenceli - yazar hiçbir gerçek isim kullanmamış çünkü. Xırbo'lar, bülbüller ve kaplanlar (iki çok güzide futbol takımımız), conlenın, Cana Cankatan, Amkıta, Askıta, Açkıta ve benzeri isim oyunları da Büyük A sizi inandırsın tadından yenilmiyor. Kısacası; okuyun, okutun. 
Ece.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Ve İşimiz Bitti (Joshua Ferris)

Chicago’nun göbeğinde prestijli bir reklam ajansı ve ajansın ilk bakışta sıradan görünen çalışanları… Ve monoton iş hayatının gerisinde yatan, patlamaya hazır onlarca bombanın fitili, ekonomik krizle başlayan işten çıkarmalarla birdenbire çekiliyor. Olacaklara hazır mısınız?

Ve İşimiz Bitti, işleri başlamadan bitmiş olanların, işleri bitik olup da bu gerçek karşısında çaresiz kalanların ve gerçekte neler olup bittiğinin farkında olamayanların, ekonomik çarklara sıkışıp kalanların, hafta sonlarını sabırsızlıkla bekleyenlerin, öğle aralarında oyalananların, ne olursa olsun koltuğunu elden bırakmayanların, hafta içi sabahları dehşet içinde uyanıp akşamları ofisten kaçarcasına çıkanların ve hayat akıp giderken hayatı pahasına işyerinde ömür tüketenlerin romanı…

(Arka kapaktan alıntı.)


Her işyerinin biraz tuhaf, biraz kalabalık ve gerçekten patlamaya hazır bir bomba olduğunu anlatıyor kitap. Günlük hayatın içinde sırıtmayan diyalogların ve karakterlerin 'içimizden biri' mantığının dışında, bir araya geldiğinde sınırı geçen insanları anlatmak için kullanılması ve bunu böyle kıvrak bir dil vasıtasıyla yapması yazara sarılma isteğimin sebebidir. Çok şey olan ama aslında hiçbir şey olan kitabın karakterlerini özlemeyeceğim dersem yalan söylemiş olurum. Çalışma hayatındaki normal görünen her türlü saçmalığa kıl olanlara itinayla öneriyorum.

Eren.

Düşüş (Lauren Kate)

Luce Daniel'ı gördüğü an tuhaf ama tanıdık bir hisle sarsıldı. Onda bilindik bir şeyler vardı. Yeni okuluna adımını attığı ilk gün onun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı. 

Fakat Daniel anlaşılmaz bir şekilde ona karşı mesafeliydi. Luce ise pervane misali ateşe taparcasına onun çekim alanına girdiğini biliyordu. Hislerinin peşine düşüp gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı? Küçücük bir sır hayatlarını ne yönde değiştirecekti? Cevaplar gerçekleri anlamlandırmada yeterli olacak mıydı?

(Arka kapaktan alıntı.)



Alacakaranlık serisinin mutant ürünlerinden biri olan bu yeni seri, olayı vampirlerden alıp meleklere taşıyor. Formüle sadık kalan doğa üst-aşk romanı (okul-yakışıklı gizemli bir çocuk-zeka seviyesi ortalama düzeyde bir genç kız-yakışıklı ve gizemli diğer çocuk) garip bir tempo sorunu yaşıyor, kitap akmıyor. Son 60 sayfaya kadar devam eden sürünceme hali insanı delirtmenin eşiğine getirebiliyor. Dağın fare doğurduğu kitabın devam kitabını ise merakla beklemediğimi söylemek zorundayım.

Eren.

12 Nisan 2010 Pazartesi

GENESIS (Bernard Beckett)

Anax, tarihini bildiğini sanıyordu. Bilmek zorundaydı. Üç Sorgucu karşısındaydı ve dört saatlik zorlu sınavı henüz başlamıştı. Anax, tüm eğitimine karşın, ona öğretilen tarihin tüm öyküyü anlatmadığını keşfetmek üzereydi...

Felsefi sorgulamaların teknoloji ile dramatik olarak çakıştığı ve insan olmanın ne anlama geldiğinin tartışmaya açıldığı bir gelecekte geçen, büyüleyici bir yaratıcılığa sahip kışkırtıcı bir kitabı keşfetmek üzeresiniz.

(Arka kapaktan alıntı.)



Kendi adıma kitaba bayıldığımı söylemeliyim. Kısa ama öz olan hikayede, tek bir gereksiz sayfa yok gibi, yazar derdini ve yarattığı evreni öyle öz bir şekilde veriyor ki sanırım başarısının büyük kısmını buna borçlu. Kolayca nefret edebileceğiniz kapağı görmezden gelip başkahramana ve onun Akademi karşısındaki sınavına giriyorsunuz. Biraz felsefe, bolca gerilimle bilmediğiniz bir gelecekte yolunuzu bulmaya çalışıyorsunuz. Olan bitenin kahramanın sorgusu esnasında anlatılması birazcık hikayeye kaptırmada sorun yaratsa da bir süre sonra alışıyorsunuz. Kitabın ters köşeye yatıran sonu ise herkesi şaşırtacaktır - geldiğini tahmin etsem bile oldukça sarsıcıydı.
Okuması rahat, zihin açıcı bir beyin jimnastiği oldu benim için, dilerim siz de hoşlanırsınız.

Eren.

Yayın hayatımıza başladık!

Okumayı seven birkaç kişi bir araya gelmeye karar verdik. Olay tamamen bundan ibaret, şimdilik. Okuduklarımız hakkında yazmak, çizmek ve hatta merak edenler için onları 'kabaca' yorumlamayı amaçlıyoruz.

Kısa ve öz bir şekilde niyetimizi belli ettiğimize göre, bu çok yazarlı blogu derhal açıyoruz!