26 Nisan 2010 Pazartesi

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın (Jonathan Safran Foer)


11 Eylül'de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur... Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman.


(arka kapaktan alıntı)

Sanırım hayatımda okuduğum en içten, en hüzün dolu, en buruk kitap. Bu hüngür hüngür ağlattığı, her sayfasında ayrı bir trajedinin yaşandığı, acıların kitabı olduğu anlamına gelmiyor elbette, yalnızca yazar öyle bir dil kullanmış ki, hissediyorsunuz karakterlerin hüznünü, ne yaşadıklarını. Dokuz yaşındaki Oskar'ın o sevimli masumiyeti, icatları ve bilmişliği arkasındaki acı ve babasına duyduğu özlem, yaşadıkları dolayısıyla konuşmayı kesmiş dedesinin doğmamış çocuğuna asla göndermediği mektuplardaki sessiz çığlıklar ve babaannesinin sevgiye olan açlığı, kitapta karışık bir sırayla, muhteşem bir kurguyla anlatılmış. 11 Eylül, Dresden Bombardımanı ve Hiroşima'nın, farklı kişileri farklı zamanlarda ama aynı şekilde etkilemiş etkileri. Hüngür hüngür ağlatmadığını iddia etmiş olabilirim gerçi ama Hiroşima'da kızıyla ilgili hikayeyi anlatan kadının bölümünde hıçkıra hıçkıra bir hal oldum, yalan söylemeyeceğim. Kitaptaki resimler, ve sonundaki animasyonumsu kısım da görsellik katarak daha da güzelleştiriyor. Ayrıca Oskar gibi çocuğum olsun, başka hiçbir şey istemem. Bir kaç alıntı vermezsem de gözüm açık gider. 

"Sometimes I can hear my bones straining under the weight of all the lives I'm not living" 
"I regret that it takes a life to learn how to live." 

"I felt, that night, on that stage, under that skull, incredibly close to everything in the universe, but also extremely alone. I wondered, for the first time in my life, if life was worth all the work it took to live. What exactly made it worth it? What's so horrible about being dead forever, and not feeling anything, and not even dreaming? What's so great about feeling and dreaming?" 

"I thought about all of the tings that everyone ever says to each other, and how everyone is going to die, whether it's in a millisecond, or days, or months, or 76.5 years, if you were just born. Everything that's born has to die, which means our lives are like skyscrapers. The smoke rises at different speeds, but they're all on fire, and we're all trapped." 
Ece.

1 yorum:

Fuckenstein dedi ki...

Göz yaşartıcı :D

Yorum Gönder